27.1.18

Okudum, Attila, Peyami Safa

peyami safa, attila

Attila, Peyami Safa'dan okumaya aşina olduğum romanların dışında olduğunu düşündüğüm bir eser... Sıradışı bir roman çünkü Peyami Safa'ya ait ilk kez bir tarih romanını okudum...

Kitap, Tanrının kırbacı olduğuna inanan, bozulan dünya düzenini yeniden  tesis etmek isteyen, adil ve hızlı işleyen adalet sistemine sahip bir dünya imparatorluğu kurma hedefiyle batıya seferlere çıkan ve bunda da başarılı olan Hun imparatoru ve büyük Türk Başbuğu Attila'nın üstün savaş dehasını, sosyal hayatını, tebasıyla olan ilişkilerini ve aile hayatı hakkında önemli bilgiler sunuyor...

Dünya tarihinin gördüğü en büyük liderlerden biri olduğuna inanılan Attila'nın Onorya isimli kadınla yaşadığı yasak aşkı öğrenen zevcesi KerkaOnorya'yla aralarını bozmak için Attila'nın soytarısı Zerkon'la işbirliği yaparak çevirdikleri entrikaların açığa çıkmasıyla birlikte, zevcesiyle yaşadığı çatışmalar ve yeniden aşık olduğu kadın Onorya'ya geri dönüş hikayesini edebi bir dille  anlatan Peyami Safa, okuyucunun ilgisini çekerek sürükleyici  bir romana daha imzasını atmış...

Attila tarih romanı olmasına karşın, yazar olayları tahlilde kullandığı edebi  dil ve anlatımdaki yetkinlik sayesinde, kitabı tarih romanı sıkıcılığından kurtaracak hamleler yaparak klasik  Peyami Safa romanlarından aldığımız hazzı yaşatıyor...

280 sayfalık romanın tasfirleri, üslubu, olayları izah şekli, kahramanların ruh ve karakter tahlilleri ve kitabın dili  hayranlık uyandırıyor...


Sağlacakla kalın...

attila, peyami safa

Attila, Peyami Safa, Alıntılar


Hançerin altında bütün insanlar müsâvîdirler, Vijilas!

İnsanlar dediğin gibidirler. Fakat ben bir devden bahsediyorum. - Şüphesiz o bir devdir, fakat aramızda oldukça insanlığı kabul etmiştir. Üç adam da birdenbire sustular. Üçü de aynı şeyi düşünüyor, fakat düşündüklerini zayıf buldukları için, birbirlerine söyleyemiyorlardı.

Fakat, dedi. Elçiler maksatlarını ve arzularını yalnız hükümdarlara söylerler. Arada bir mutavassıt bulunması usûlden değildir.

Hunlar gibi hem uzun zaman muammer, hem de her zaman muzaffer olmak daha iyi değil mi?

dikkatle ve tecessüsle çevirdiği fakat nereye tevcih ettiği anlaşılmayan bakışları ona şâhâne gururların en güzel ve en muhteşem edasını veriyordu

Bu sırada duvardan bir pencere açıldı ve çerçevenin murabbaında, altı yaşında bir çocuk kadar kısa boylu, kambur, yusyuvarlak burnu kıpkırmızı bir çengele benzeyen, büyük ağızlı, büyük elli ayaklı, korkunç bir mahlûk, bir galat-ı hilkat göründü; Zerkon...

çünkü onun daha ilk bulûğ çağlarında sergüzeştlere atıldığı, hattâ bir aralık Garbî Roma’da hapsedildiği meşhurdu. Ailesine müthiş bir kin besleyen bu çılgın bakirenin, kendisini Attilâ’nın kolları arasına atması mümkündü.

Dirseğini pencere kenarına dayayarak, uykusuz başını avucunun içine koymuş, yorgun ve melûl gözlerle her sabah Attilâ’nın güneşle beraber ufuktan yükselerek saraya dönüşünü bekleyen Kerka’nın yanakları ıslaktı. Her sabah fasılasız ağlıyordu.

zevcesine selâhiyetinin haddini bildirmek için birdenbire dikildi ve buz kesildi.

Attilâ durdu ve zevcesini makul olmağa sevkedecek halim bir tahakkümle emretti:

Bana kolu­nun kuvvetiyle değil, kalbinle hücum edersen korkarım, yoksa üstüme yürü, etlerimi parçala, kanlı vücudumun üstünden geç, bundan korkmam, Attilâ! Hunların atnal­ları altında yüz binlerce insan parçalandı, hiç birinin mezarı yoktur, onlara acıdığım için onlar gibi ölmekten korkmuyorum, beni de parçalayabilirsin

zabtolunmuş bir öfke

Kerka, dedi, benim hayatıma karışma, o vakit seni dâima seveceğim, dâima benim bir tanem ve benim kraliçem olacaksın, benim hayatıma karışma. Attilâ bir fahişe tanımıyor ve onun zehirlerini yutacak kadar budala değildir. Korkma! Ben Şark’ı tanırım, çünkü oradan geliyorum; Garb’ı da tanırım,

Attilâ’da bir imparatorluğu idare edecek kudrete mukabil kendisinde Attilâ’yı idare edecek kudreti buluyordu. Birçok yeni imkânlar hissettikçe rahatladı ve nihayet kararını verdi.

Fakat Hunlar hâkanına, âşıkane bir sadâkatla merbut olan cücenin ağzından lâkırdı almak hemen hemen imkânsızdı.

Attilâ eskiden dostlarına karşı bu lisânı istimal etmezdi, dedi.

İmparatorun yüzünde bu âciz hareketleri gördükçe, başı salâbetle dikilen Orest cevap verdi: - Hunların hâkanı dostlarına karşı kullandığı lisânı hiç bir vakit değiştirmiş değildir; fakat Roma’nın fısk-u fücur ile melûf imparatoru bilmelidir ki Attilâ, hayatına kasdetmek isteyen bir insanı, dost zannedecek kadar ne âlicenap, ne de budaladır. Teodos bahsin dönüp dolaşıp bu mevzua geleceğini tahmin etmişse de, verilecek hiç bir cevap olmadığı için, bu mükâlemedeki zaafını...

diplomasi lisânıyla cevap verdi

menfaat saikleri arardı.

Sevdiği bir kadını unutmaya muvaffak olmakla, bütün bir kavmi mağlup etmek arasında hiçbir şeref ve zafer farkı bulmazdı, her ikisinde de iradenin uğradığı müşkilâtın aynı kudrette olduğunu hissederdi.

Hunların hâkanı, en itimat verici, en hakikî ve samimi tavrıyla Kerka’nın üstüne eğilerek, ince bir nevâzişten sonra:

Odadakiler çıktılar. Onorya arka üstü uzanarak derin bir nefes aldı, içinde büyük bir mücadeleye hazırlanmaktan gelen yeni kudret, ızdırabına galebe çalıyor...

Onorya’nın üstüne doğru eğildi. Bu kızgın ve dinç taze kadın vücudundan, vahşi çiçeklerin hulâsalarına benzeyen, gayet tatlı ve zehirli bir râyiha ile dolu, sıcak bir tütsü yükseliyordu...

Onorya süvarinin arkasından gülümseyerek bakıyordu. Bu tebessüm, hadiseleri arzusuna râmeden kudretinin dudaklarında tecellisiydi; bütün emellerine kavuşacağına emin olmaktan gelen, bir istikbale hâkimiyet duygusuyla, içinde nihayetsiz bir inşirah duyuyordu.

İhtiyar kadın Onorya’ya baktı, baktı, sonra hayretiyle şüphesine inzimam eden bir memnuniyetle:

Attilâm... Attilâm... Attilâm... dedi durdu. Sonra meşhur Hun şarkısını söylemeğe başladı: Karabulut tahtıdır, yıldırımlar kırbacı, O, Hunlar’ın baştâcı!... Roma, Cermen... her millet Ona esir doğmuştur. Karabulut tahtıdır, yıldırımlar kırbacı, O, Hunlar’ın baştâcı!...

Fakat biraz uzun cümlelerin umûmî mânâsını işaretlerden anlamakla beraber, kelimelerinin ayrı ayrı mânâlarını ve telâffuzlarını bilmiyordu.

Kraliçe, bu hiç eşini görmediği müthiş güzellik karşısında bir iç ezikliği duydu. Garip bir tarzda müteessir oluyor, kıskançlığa benzeyen ve ondan daha başka duygular kalbini yoğuruyordu.

Ben ölünceye kadar sen, kendini herşey için benden izin almış say...

Kalbsiz kadınlar! Çatıları altında doğduğunuz, büyüdüğünüz, çocuklarınızı doğurduğunuz yuvaları bırakıp kaçıyor musunuz? Ne için gözyaşları dökerek, diz çökerek Allah’ınıza münâcat etmiyorsunuz? Eğer böyle yaparsanız şehriniz yabancı eline geçmeyecek, hâlbuki firara teşebbüs ederseniz, kaçtığınız yerler de istilâya uğrayacak ve taş üstünde taş kalmayacaktır.

○ Attilâ, ihtiyarın başını tutarak kaldırdı. Bu, civar ormanlarda yaşayan bir münzevî idi; istikbâli keşf hususundaki muvaffakiyetleriyle halk arasında peygamber zannediliyordu. Attilâ’nın askerleri onu gündüzden yakalayarak hâkana götürmüşlerdi. Attilâ geceki âyinlere onun da iştirak etmesini istemişti. İhtiyar ayağa kalktı: - Ey Hâkan, dedi, emrin nedir? Attilâ, irâde etti: - Alevden çıkan kemiklere bak ve istikbâlimi haber ver! Zinhar, benden korkarak hakîkatı gizleme! Ateşten kaburgalar çıkarıldı ve bir müddet soğuk suda bırakıldı. İhtiyar, kemiklerden birini alarak, üstündeki çatlakları tedkik etti ve Attilâ’ya döndü, muhteşem bir sesle: - Sen Allah’ın kamçısısın, dedi, senin sapın Allah’ın elindedir... 

kudret-i samedâniyesini arzın günahkârlarına senin vasıtanla izhâr eder. Fakat bâzan, Hak Taâlâ, semavî intikamlarına fasıla verir. Nitekim, Romalılar’a karşı muharebede galip olmayacaksın, tâ ki, sen, kudretinin Hak’tan geldiğini idrâk edinceye kadar. Fakat, kaybedeceğin bu muharebede en büyük Roma kumandanı da mahvolacaktır.

● İlk ciridi ben atacağım! Eğer Attilâ harb ederken biri istirahat etmek isterse, o şimdiden ölmüştür!»

○ Attilâ, prensibini söyledi: - Bütün kadınlara karşı müsâvî derecede itimatsızlık besliyorum. Bence her kadın, pek ziyâde mecbur olunca, yegâne silâhı olan hileye müracaat eder. Aşk bile bana itimat veremez.

● Her mâcera, güzel bir neticenin ümidiyle güzeldir. Ben bu vaziyetimin sonunu düşünmeyeyim mi? Ben böyle kalamam bir şey ümid etmeğe mecburum.

Hem de harb etmezse yorulurdu. En mühim devlet işleriyle uğraştığı halde, kendisinde gene sarfedilmemiş kudretlerin sıkıntısını hissediyordu. Sık sık ziyafetler vermesi, sabahlara kadar oturması bundandı. Tasavvur ettiği bu yeni harb, Hun istilâlarının en mühimlerinden biriydi. Gol seferinden ziyâde bu, beşinci asır Avrupa’sının haritasını değiştirmiş, akvamın talî’lerini hercümerç etmiş, müstakbel asırların büyük vak’alarını ihzar etmiştir.

Serkas düşündü: «Bu da yaman kız! Bu da yaman kız! Attilâ hep böylelerini bulur.» Sonra başını duvağına eğerek eski bir Hun türküsünü yanık yanık söylemeğe başladı. Çöllerde bir inilti var, Uzak çöllerde, uzak çöllerde... Sevgilim bu senin sesin mi? Ağlıyor musun, gülüyor musun? Çöllerde bir inilti var, Yurdumdan geliyor, yurdumdan geliyor, Sevgilim ağlama, sevgilim gülme, Uzak çöllerde, uzak çöllerde... İldiko birdenbire Serkas’ın dizlerini çiğneyerek kalktı ve yere indi. Odada bir erkek gibi dolaşıyor ve kendi ken­dine söyleniyordu. - Aslâ! Aslâ!

○ Öyle ise «Attilâ» kimdir? Buna kendisinin verdiği cevabı öğreteceğim. «Attilâ»: — Ben Allah’ın kamçısıyım! diyor. Oh, ne muazzam bir iştiyakın ifadesi! Vaktiyle İsrail oğullarını «Arzı mev’ud’a kavuşturan ilâhî kudreti beşinci asırda Cermenlerin elinden alarak şerre, fesada, musibete, binbir seyyieye düşmüş insanları kırbaçlamak, onu daha zinde, daha yüksek, fazîletkâr ve hayırhah bir medeniyete hazırlamak!» İşte Attilâ’nın îzahı! İşte birkaç barakanın ortasında yükselen garip ve ahşap sarayındaki tahtının üstünde kapkara bir vahşî et kümesi gibi oturan, fakat Yunanlılara, Romalılara, Cermenlere ayakları ucun­da diz çöktürerek hepsine îka ettiği büyük hâşiyetle kiminin seyyielerini cezalandıran, kiminin şer ve fesadına mâni olan büyük Türk başbuğu!

emre muntazırmış gibi Attilâ’ya bakıyordu.
  1. Eski Türk tarihi çok ilgimi çeker. Özellikle Göktürkler dönemi daha doğrusu islamiyet öncesi Türk tarihi ile ilgili okumadığım kitap neredeyse yoktur.

    Atilla'nın kendini Allah'ın kamçısı olarak adlandırması da bana Cengizhan'ı hatırlattı. O da kendini Tanrı'nın kılıcı olarak adlandırırdı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eski Türk Tarihine ilgi duymanız ve kitaplarını okumuş olmanız çok güzel... Tarih kitapları sıkıcıdır diye bir önyargım vardı maalesef... ama sevdiğim bir yazardan okuduğum tarih romanını okuduktan sonra bu önyargımdan sıyrıldım diyebilirim...

      Attila 400'lü yıllırda hüküm sürmüş bir Türk Hakanı Cengiz Han ise 1100-1200 yılları arasında hüküm sürmüş bir imparatorluğun lideri... Belki de Attila'dan esinlenerek Tanrının kılıcıyım demiş olabilir... Bu tamamen benim varsayımım... En kısa zamanda da Cengiz Hanla ilgili bir kitap okumalıyım o zaman...

      Değerli yorumun için teşekkürür ediyorum Serdar Bey...

      Sil
  2. Benim de tarihi kitaplarla aram pek iyi değildir. Bu kitap bu yönüyle bir başlangıç olabilir. Listeme ekliyorum, teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kitabın listenizdeki misafirliği uzun sürmez umarım... :) kıymetli yorumunuz için teşekkür ediyorum...

      Sil

♡ Yorumlarınıza en kısa sürede geri dönüş yapılır.
♡ Üyeliğiniz yoksa dahi anonim profili seçerek yorum yapabilirsiniz.

Whatsapp Button works on Mobile Device only

Yazmaya başlayın ve aramak için Enter tuşuna basın.